13 Aralık 2014 Cumartesi

THE CUT üzerine



THE CUT'ı görmek üzere sinema salonuna adım atarken bir nebze ön yargılıyım. Yönetmene, senaryoya, sinemaya, sinema diline olan ön yargımdan ibaret değil, 2000'li yıllardan itibaren git gide klişeleşen; siyasetçilerin, tarihçilerin ve medyanın adeta poker hevesiyle üzerine oynadıkları (neredeyse adına bahisler tutulan) böylesine sert bir konunun elimdeki biletten daha fazlasına tekabül ettiğini bilmek, fakat diğer yandan buna mecbur hissetmek, en zoru kendime, nihayetinde insan yaratısı popüler kültürün insan yaratısı tuzaklarına karşı bir ön yargı. İnancını yitirmiş olmakla alakalı.

Sanırım bir Türkiye vatandaşı olarak 1915 Ermeni Soykırımı üzerine bilmem gereken (bile-bileceğim) her şeyi biliyorum. Sokaktaki adamdan böyle bir (dez)avantajım olabilir. Bu (dez)avantaj aynı zamanda filmle aramda ikinci bir ilişki kurmamı sağlıyor. Çünkü ben THE CUT'ı Ermeni Soykırımı'nın nasıl bir şey olduğunu görmek üzere izlemiyorum. Bu filmden öğrenecek bir şeyim olduğuna inanmıyorum. Üstelik senaryodaki imgelemden çok daha fazlasına hakimim. Ön yargı diyerek özetlemeye çalıştığım şey, bunların toplamı.

Fakat bu aynı ön yargı, filme mesafelendikçe Fatih Akın'a yaklaşmamı sağlıyor. Beni asıl ilgilendiren soruya. Yönetmenin ne hissettiği, neyi niyetlediği, 2015'e aylar kala iyi niyet taşlarıyla örülen cehennem yolları, Ermeni Soykırım'ına dair hikayelerin tümünden daha yabancı bana. Asıl merakım buradan doğuyor. Çünkü bunu ilk kez yaşıyorum; "şimdi sırada ne var?"

Fatih Akın beni en çok, ön yargılarım konusunda tatmin ediyor.

Atom Egoyan'ın Ararat'ındaki metaforik önermenin aksine, bu kez gerçek bir "soykırım" filmiyle karşı karşıyayım. Mardin gerçek, patikalar gerçek, Resulayn gerçek, cesetler gerçek, Halep gerçek, kuyular gerçek, Der-Zor gerçek, kayıp ilanları gerçek, Beyrut gerçek, kamplar gerçek, kesik gerçek. Mardin'de doğup Ruso'da ölen Arsine'nin mezar taşı gerçek, bir film ne kadar gerçekse, hepsi o kadar gerçek.

"Bu zaten olacaktı, nasıl olsa sonunda çekilecekti, nihayetinde bir gün yapılacaktı, birileri mutlaka el atacaktı" BİR YANA. Benim için asıl soru, bunu Fatih Akın yaptığı için o salondan "düşünceli" ayrılıp ayrılamayacağım.

Düşünceliyim.

Hatta, iyi ki böyle yapıldı fikrindeyim. O nedenle filmden bahsetmeyeceğim. THE CUT'ı izlemek yalnızca tarihe tanıklıktan ibaret değil, o salona giren herkesin kendine tanıklığı.

ÖLMEK Mİ ZOR, KALMAK MI?


Hiç yorum yok: