27 Ocak 2013 Pazar

Samatya'da bugün

Kumkapı'yı avucumun içi bilirim ama Samatya'yı bilmem. Ne yaşam tarihimde, ne aile anılarımda, ne de gelecek planlarımda bir yeri vardır Samatya'nın. 

Ancak bu pek bilmediğim semti, tuhaf bir şekilde severim.

İşte, o noktada hayatımdaki Samatyalılar devreye girer. Yolu bu semtten geçen tüm dostlar, söz birliği etmişçesine Samatya hakkında aynı övgüleri sıralar ve şaşılacak bir bağlılıkla muhiti sahiplenirler... Sanki özel bir tılsımı, İstanbul'un tüm mahallelerinden ayrılan başka bir dokusu vardır Samatya'nın. Sanki orada hala, iyi anılar vardır.


2008 yılında Stüdyo Osep'i hazırlarken, Samatya'nın en köklü ailelerinden Osep Minasoğlu ile başka bir yolculuğa çıkmıştım bu mahallede. Sanırım o sene, Samatya hakkında hiç düşünmediğim kadar düşünmüş ve araştırma yapmıştım. Ermeni yayıncılığının en uzun süreli mizah dergisi olan GAVROŞ'un senelerce bu mahalleden çıktığını, gerçek adı (Yunanca'da "kumsal" anlamına gelen) Psamathion olan bölgenin eski sakinleri tarafından hala bu isimle anıldığını, civardaki diğer balıkçı semtlerine oranla hayli canlı bir kültürel hayatı olan Samatya'nın "İstanbul'un Paris'i" ünvanını yüzyıl başındaki tiyatro salonları sayesinde kazandığını, kabadayılarıyla ünlü mahallenin muhiti en geniş adamının Papel Kevork olduğunu, her Pazar karnaval yerine dönen semt meydanında Samatya'ya özel kilise bandolarının konser verdiğini, Boğaz'da olduğu gibi sahil şeridi boyunca denize sıfır sıralanan tüm yalıların sahil yol yapım çalışmaları nedeniyle yıkılmasından sonra semtin ciddi prestij kaybına uğrayarak git gide bir banliyöye dönüştüğünü, Samatya meydanını çevreleyen kutu gibi Rum kiliselerinin 6-7 Eylül'de üç gün üç gece boyunca alev alev yandığını ve 80 İhtilalinin ardından Samatya'da neredeyse kimselerin kalmadığını, o yıllarda öğrendim...

         
Hafızamda Samatya'ya karşı - kendiliğinden - oluşan pozitif önyargıda, hayatımdaki Samatyalıların ne denli büyük rol oynadığını bugün daha net hissettim. Ve son bir aydır, neden sanki kapı komşularım zarar görüyormuş gibi bir tedirginliğe büründüğümü.. 

Soluğu Samatya'da aldım bugün.

Birçokları gibi ben de semtin azizliğine uğradım önce. Kocamustafapaşa otobüs durağı denilen o meydanı bulamadım, sağolsun taksici başka bir durağın önünde "hemen şurası" diyerek bırakıverdi, "hemen orası" değildi, telaş içerisinde yürüken benim gibi erken inen, yolunu kaybeden, ve doğal olarak esnafa soramayacak kadar dikkat gerektiren bu eylem için sezgileriyle hareket eden - etmeye çalışan - başkalarıyla burun buruna geldim. Samatya Meydanı'nı hepimiz biliyorduk fakat eylemin başlayacağı Kocamustafapaşa meydanı neresiydi? Döndük, dolaştık, farkettirmeden birbirimizi takip ettik, biraz sezdik, biraz iz sürdük derken ciddi bir kalabalık Kocamustafapaşa Meyda'nına ulaştığında kortejin çoktan Samatya Meydan'ına geçmiş olduğunu farkettik. Demoralize olmadık, hızlı adımlarla yetiştik.


Nihayetinde Fatih gibi muhafazakar bir ilçeye bağlı bu küçük semtin meydanlarında gerçekleşecek eylemi(miz)n neye benzeyeceği, mahalleli tarafından nasıl karşılanacağı, çevredekilerle nasıl iletişim kurulacağı başından beri kafamı kurcalıyordu. Kaş yapayım derken göz çıkartmak vardı. En nihayetinde bizler 15 dakikalık taksi yolculukları ile Samatya'ya varacak, sesizimi yükseltecek ve mahalleden ayrılacaktık. İster istemez bir kesime; "ayağınızı denk alın" demiş olacaktık. 


Peki hayatını o mahallede geçiren - geçirmek zorunda olan - insanlar ertesi gün komşuları tarafından nasıl karşılanacaktı? Bu gibi eylemlere hiç alışık olmayan semte gerçekletirdiğimiz ani ziyaret, oranın asıl sakinleri arasında yeni bir huzursuzluğa ya da kutuplaşmaya neden olabilir miydi? Böylesi bir risk üzerine ne kadarımız, ne kadar süre düşünme fırsatı bulmuştuk? Bu tür konularda refleksif tavır almak, süreci başka bir boyuta taşıma riskine gebe miydi? Burada gerçekleşecek bir eylemin her açıdan, Taksim - Şişli hattındaki kozmopolit yürüyüşlerden bir farkı vardı. Ve arkamızda - o küçücük mahallede - bırakacağımız insanlar vardı. Son bir haftadır zihnimde bunlar gidip geliyordu.

Gördüm ki, gereksiz paranoya yapmışım.


Bugün Samatyalılar oradaydı, ve galiba sayıları bizden bile fazlaydı. Biz (aktivist kesim) birbirlerimizi göz aşinalığından iyi tanırız zaten ama bugün en güzeli, "bizden" çok, Samatyalılarla buluşmaktı.


Yabancı düşmemiştik birbirlerimize. Balkonlarından alkış tutan yaşlı kadınlar, hemen arkamda eşofmanlarıyla eyleme katılan gençler, bir adım önümde yüksek sesle mahallenin diğer sorunlarından bahseden kadın grubu, çaprazımda bir bey, elinde bir tesbih, iç çekiyor, tesbihi çekiyor, Samatyalı... Bugün fark(ındalık) yaratan onlar oldu. 


Tenceredeki yemeğini, uykudaki çocuğunu, yataktaki yaşlısını bırakıp bugün o meydana inen tüm Samatyalılara, varlıklarıyla yarattıkları özgüven ve cesaret için, bizleri "biz" ile başbaşa bırakmadıkları için, misafirperverlikleri için, bin teşekkür.


Bugünü gördükten sonra diyorum ki, hep hüzünde buluşmayalım. Neden olmasın, gelecek Surp Dzınunt'ta aynı meydanda buluşup kucaklaşalım.


Çok umutlandım bugün, ve Samatya'yı sevmek için bir neden daha edindim; bugünkü Samatyalılar.  

Hiç yorum yok: