8 Aralık 2012 Cumartesi

İNCİ

Ben yine de bugün, sizin için bol bol fotoğraf çektim. Yedi saate yakın olan biteni, durdum izledim, hiç yorulmadım, hiç üşümedim, hiç ıslanmadım, hiç karnım acıkmadı bugün. Hiç bir kareyi kaçırmak istemedim. Kameram, hiç bu kadar "önemli" gelmedi, ve ellerim, ve dudaklarım, ve ruhum hiç bir manzara karşısında, bu kadar titremedi. Ona rağmen fotoğraflar, net çıksın istedim.  

Bugün, her şeyi görmek ve göstermek istedim.

Özellikle genç arkadaşlar, dilerim, derin derin bakarlar bu karelere. Öyle biz "1915 görmedik, Trakya Olayları bilmeyiz, 6-7 Eylül neymiş, tanıklık etmediğimiz tarihler hakkında konuşamayız" demesinler, diye. Sene 2012 ve buyrun pogrom gözünüzün önünde! Üstelik bu kez cahil halk değil, cebimizden çıkan vergilerle maaşları ödenen "resmi görevlilerin" resmiyetinde, "tarih bana uzak" diyenler, bugüne biraz daha içeriden baksın, diye çektim. Doya doya bakın, görmemezlikten gelmeyin, anlayın, anlatın, diye çektim.

Dünyanın herhangi bir ortalama ülkesinde, böyle mekanlar ödüllendirilir, kira alınmaz, vergisinden düşülür, yeter ki yaşasınlar diye, dünyanın herhangi bir ortalama mahallesinde, belediye başkanları böyle yıkımların önüne geçer, kapıya zincirler kendini, "yıkamazsınız, bu benim tarihim!" der gerekirse, dünyanın herhangi bir sisteminde 70 senedir kirasını bir gün geciktirmemiş öyle esnafın önünde, saygıdan eğilir memurlar, dünyanın herhangi bir ortalama coğrafyasında, kitleler yürür kıyımın böylesine, "yapazsınız!" derler, yaptırmazlar. 

Koca Hüseyinağa Mahallesi'nden 1-2 ev kaldık geriye. Mahalleye adını veren Ağa Camii bile shopping mall yapılacak derken çatladı ortadan ikiye, kullanılamaz halde. Hırslarından karanlığa büründü tüm mahalle. Ama yine de Kasım geldiğinde, saks mavisi giyecek ve Türk edebiyatı okuyacaktım.. Bir senedir, sucum, marangozum, manavım, birahanem, nalburum, demircim, taksi durağım, komşu sanatçıların stüdyoları, çiçekçiler, tinerciler bile yok yerine. Önüm, arkam, sağım, solum; yıkım, kazım, gasp, işgal, şantiye! Ama yine de saks mavisi giyip, Türk edebiyatı okuyacaktım bazı gecelerde. Ve kendimi ödüllendirmek istediğim bazı ikindilerde, sokağımın başındaki İnci'ye uğrayacak, Musa Bey'e ayak üstü hal hatır soracak, 250 gr profiterol alacak, eve dönecek, buzdolabına atacaktım. İnanın o kadar. Bazan, o kadarı ile bile, yetinmeye hazırdım. Hepi topu 50 metrekarelik bir dükkancık, koca semte yerini, yönünü, nerede olduğunu gösterecekti. Kaybolan tüm göstergelere rağmen, bizleri Beyoğlu'na ikna edecekti. 

Yönümü kaybettim, neredeyim şimdi, bilmiyorum. 

































1 yorum:

gaytac dedi ki...

Eline gözüne yüreğine sağlık... Arşiv değeri de yüksek!