5 Ocak 2012 Perşembe

Tayfun Serttaş ile Röportaj; Maryam Şahinyan ve Foto Galatasaray / FOTORİTİM - Berna Akçam


Berna Akçam

Sanatçı kimliğinizin yanında, fotoğraf üzerine araştırmalar da yapıyorsunuz. Bunlardan söz edebilir misiniz?

Burada bir şeyin altını iyi çizmek gerekiyor. Sanatçı kimliğimle fotoğraf üzerinde fotografik kriterler üzerinden çalışmıyorum. Bu nedenle fotoğraf daha çok benim inşaa etmeye çalıştığım ara disiplin açısından konteyner işlevi görüyor. Fotoğrafın aktarım gücü üzerinden peşine düştüğüm tartışmalar daha çok günümüz sanatının üzerine odaklandığı konular. İlk etapta ben yalnızca medium’u dönüştürüyorum gibi bir kanıyla yaklaşabiliriz. İkinci etapta ise onları sosyal bilimlerle ilişkilendiriyorum. Bu bağlamda fotoğraf benim için fotografik bir tartışma olmaktan tümüyle çıkıp, barındırdığı imgesellik bağlamında devreye giriyor. Fotoğrafın, modern zamanların en kuvvetli hafızası olduğuna inanıyorum.

Konuya bu sergi bağlamında bakacak olursak bambaşka bir yaklaşımı daha koymak gerekir. Foto Galatasaray özelinde her bir fotoğraf öncelikle verili birer data. Serginin merkezindeki tag sistemini de inşaa ederken, meta-data boyutu üzerinden hareket ettik. 1012’nin ortasından itibaren tüm imajları aynı zamanda web üzerinden dolaşıma sokacağız. Böylelikle dünyanın çok farklı noktalarından dileyen herkes bu imajlara eşit olarak ulaşabilecek ve o süreçte kimliklendirmeye geçeceğiz. Maryam Şahinyan’ın stüdyosuna gidip gelen müşterin çok büyük bir bölümü bugün diaspora statüsünde yaşıyor. O insanlarla arşiv üzerinden yeni bir network oluşturarak fotoğrafı aynı zamanda kendi tarihini üretebilen bağımsız bir mecra olarak kullanacağız.

Bu muhteşem arşivi bir tesadüf ile buldunuz. Bize bunu ve neler hissettiginizi anlatır mısınız?

Arşivi ben bulmadım aslında arşiv beni buldu. Çok tuhaftı, 90’lı yılların başında o depoya kapanıyor ve neredeyse 20 yıla yakın bir süre de kimse tarafından dokunulmuyor. Aynı zamanda benim yayinevimin de sahibi olan Yetvart Tomasyan’ın koruyuculuğunda bugüne ulaşan olağanüstü bir malzeme. İlk gördüğüm andan itibaren çok etkilendim ve işte 3 senedir o etkiden çıkabilmiş değilim... İlk etapta beni endişeye düşüren tek şey tüm arşivin filmlerden meydana gelmesiydi, neredeyse hiç baski yoktu elimizde ve filmler üzerinden bir arşivin içeriğini anlayabilmek hiç kolay değil. Bu nedenle ilk dört ay boyunca kendime arşiv ile tanışmak için zaman tanıdım. Bu süre geçip, arşivin beklentilerimi karşıladığını gördüğümde çalışmaya profesyonel olarak başladım. Böylelikle iki buçuk senelik bir yeniden görselleştirme serüveni başlamış oldu.

50 yıllık bir dönemi kapsayan bu fotoğraflara baktığınızda o günlerdeki stüdyo fotoğrafçılığı, müşteri profili, fotoğrafın hayat içindeki önemi nasılmış?

“O günler” olarak tariflendirmeye çalıştığımız dönem de çok göreceli aslında. Aynı caddeyi paylaşan beş farklı fotoğraf stüdyosunu inceleseniz beş farklı analize ulaşabilirsiniz. Çünkü o stüdyonun koşullarını belirleyen şey dönemden ibaret değil. Aynı zamanda fotoğrafçının kim olduğu, mesleki yaşamı boyunca nasıl bir network yarattığı, ne gibi teknik imkanlara sahip olduğu gibi, çok uzun bir liste aslında...

Örneğin benim bir önce çalıştığım Studio Osep, Foto Galatasaray ile aynı caddeyi paylaşmasına rağmen Beyoğlu’nun bambaşka bir yüzüne hitap ediyordu. Koca Osep arşivinden tek bir düğün ve çocuk fotoğrafı çıkmadı neredeyse desem inanır mısın? Çünkü semtin şov dünyasıyla, Yeşilçamla, arka sokaktaki genelevde çalışan hayat kadınlarıyla, yeraltıyla çalışan bir stüdyo Osep. Foto Galatasaray ise aynı caddenin bir başka yüzü. Bu kez olağanüstü demografik bir malzeme ile karşı karşıyayız. Tümüyle aileler, belli cemaatler, o cemaatlerin seremonileri üzerine belirliyor Maryam Şahinyan kitlesini. Kadın olması stüdyoya çok özel bir ayrıcalık katıyor, neredeyse bir erkek fotoğrafına karşı on kadın fotoğrafı ile karşı karşıyayız. Teknik donanımlarını hiç değiştirmemesi, 1985’e kadar siyah beyaz tabaka film kullanamya devam etmesi, stüdyo dekorunda 50 sene boyunca hiçbir yenilenmeye gitmemesi ve Birinci Dünya Savaşından kalan körüklü kamerasıyla adeta zamanı askıya alıyor ve yakın tarihe direniyor aslında Maryam Şahinyan. Bu açıdan, kendi gibi konservatif bir network yaratıyor. Buradan doğru anlamaya ve okumaya çalışıyoruz o tarihi. Fakat Foto Galatasaray’a da bakıp, tüm bir dönemi bu stüdyo üzerinden analiz etmeye kalkışmak problemli olabilir çünkü bir yan sokakta Stil var örneğin, semtin kalbur üstü sakinleriyle çalışan oldukça pahalı ve her dönemde kendi modasını yaratmış bir mekan. İşte biraz daha ilerid Osep var, Galata tarafında Belman var, yalnızca Musevilerle çalışıyor diyebiliriz, tipik bir cemaat fotoğrafçısı, tüm bu mekanla arasında çok özel bir konumu var Foto Galatasaray’ın. O İstanbul’un belki de en nostaljik yüzü fakat bir o kadar sert okuyabiliriz aynı tarihi bugün.

Bu arşivi nasıl saklıyorsunuz?


Bildiğin gibi filmler oldukça kısa ömürlüdür ve gerçekte 15 seneyi geçmiş her film risk altındadır. Cam negatifler ve tabaka filmlerin korunması hayli maliyetli ve zor bir iş. Karanlıkta, ultraviyole ışık altında, sıfır derecede ve sıfır nem oranında korunmaya alınması gerekiyor. Deyim yerindeyse dondurularak uyutulması gerekiyor. Böyle bir düzeneği kişisel olarak kurmam ne yazik ki mümkün değil. Sonrasında arşivlerin korunması genellikle kurumlar aracılığıyla oluyor. Ben bu yetkiyi kurumlara tanıyorum ve bu nedenle özellikle bu konuda uzmanlaşan kurumlarla iletişim halinde oluyorum.

Üç yıllık bir araştırma ve hazırlama süreciniz olmuş. Bize biraz bu hazırlık aşamasından, sergi hazırlıklarında bahseder misiniz?

On seneye yakındır fotoğraf arşivleri ile çalışmama rağmen şu ana kadar bu sayıda bir cam negatif koleksiyonuyla karşı karşıya kalmamıştım. Özellikle bu aşamada Beyrut – İstanbul arasında mekik dokudum diyebilirim. Merkezi Beyrut’da bulunan Arab Image Foundation tüm Ortadoğu stüdyo arşivleri ile çalışan çok büyük bir merkez. Benim bireysel merakım ve sanatçı pozisyonumla yaptığım şeyi, onlar kurumsal olarak yapıyorlar. Bu konuda oradan çok şey öğrendim. Serginin enformatik bölümünde Arab Image Foundation ile yaptığım çalışmalarda öğrendiğim tekniklerin de bir sunumuna yer verdim. Fimlerin temizliğinden, tasnifine, görselleştirilen imajların scann değerlerinden, dijital restorasyonuna kadar çok zahmetli ve dikkat isteyen bir iş.

İlk günden itibaren bizim için şu prensip çok önemliydi. Bu arşivde hiçbir seçkiye gitmeyecek ve ne gördüysek, kutuların içerisinde ne varsa, ne kadar varsa hepsini kullanacaktık. 200 bine yakın filmin tamamının yeniden görselleştirilmesi gibi hayli ciddi bir sorumluluk bu, o nedenle proje üç yıla yayıldı. Projenin sunumunu da buna göre tasarladık. Sergide tek bir basılı fotoğraf görmenizin imkanı yok. Herşeyi bugünün teknolojisinin bize sunduğu imkanlar dahilinde tasarladık. Bir veri tabanı üzerinden izleyiciye açıyoruz sergiyi ve burada ziyaretçiler kendi ilgi alanlarına göre hangi imaj gruplarıyla ilgilenmek istiyorlarsa oraya yöneliyorlar. Dilerlerse kronolojik olarak da incelemeri mümkün. Imajlarin tümünü görmek ise ortalama 5 ay gerektiren bir ciddi mesayi istiyor.

Sergiye gelen tepkiler ve sizin izlenimleriniz nelerdir?

Benim Stüdyo Osep döneminden beri arşiv çalışmalarımı yakından takip eden kemik bir izleyicim var. Onlar benim ne yapmaya çalıştığımı, bunu neden yaptığımı, buradan ne gibi analizlere varabileceğimi çok iyi biliyorlar. O grup açısından Foto Galatasaray zirve oldu. Benim şu an daha çok ilgilendiğim ise bu tip projelerle ilk kez deneyim kuran genç jenerasyon. Onların meraklarına, o merakları gidermeye gerçekten bayılıyorum. Foto Galatasaray sürecine paralel olarak ortaya çıkan en hayret verici tepki ise o sergiye insanların bireysel arşivleriyle gelmeye başlamaları. Sergi açıldığı günden beri aileler, ellerinde albümlerle geliyorlar. Ben Foto Galatasaray’in hiç bilmediğim ve de göremediğim baskılarını sergi açıldıktan sonra gördüm. Maryam Şahinyan ne tip kağıtlar kullanırmış, baskı kontraslarını nasıl ayarlarmış, ne boyutlarda basarmış imajları yeni yeni öğreniyorum. Yoktu çünkü. Onun yakın dostları, tanıyanları, stüdyonun müdavimleri, hatta Paris’de yaşayan ve açılış gecesinde bize çok büyük bir sürpriz yapan akrabaları benim tek başıma yaratmamın imkansız olduğu bir değer kazandırıyorlar sergiye. İnan biz bu kadarını beklemiyorduk, kendiliğinden oldu ve bir anda sanki o insanlar kozalarından çıkıp projenin birer parçasına dönüştüler...

Hergün böyle insanlar geliyor artık, duyan geliyor, çantalarında Maryam Şahinyan tarafından çekilmiş fotoğraflarla. Benim yaptığım işin hayatta çok derin bir karşılığı var. Bunu hep söyledim ama kanıtlayamıyordum. Çünkü orada anonim olarak izlediğimiz tüm fotoğraflar birilerinin hafızasında gerçekliğe tekabül ediyor. Evlerinde, odalarının duvarlarında asılı belki o insanların. Çerçevesiyle duvardan çıkartıp getiren de oldu, işte bu Foto Galatasaray’ın aynı zamanda nasıl bir toplumsal gerçekliğe dayandığının en büyük göstergesi. Proje şimdiden nefes alıp veren organik bir yapıya büründü diyebiliriz.

Sergi önümüzdeki dönemlerde başka yerlerde de yapılacak mı?

Açıkçası henüz bunun üzerine oturup düşünmeye fırsatımız olmadı, şimdiden bazı davetler var, bunlar içerisinde Yerevan ve Beyrut bu proje bağlamında beni çeken şehirler. Ancak Foto Galatasaray’ı aşina olduğumuz anlamda normatif bir sanat sergisi olarak düşünmemek lazım. Röportajlarda adına her ne kadar sergi desek de bu bir açık arşiv projesi. Ben görüşmelerde bilinçli olarak bu detayın üzerinde durmuyorum çünkü alışık olduğumuz bir dil var ve de nihayetinde evet bir sergi de söz konusu. Fakat konuya profesyonel açıdan baktığımızda bir açık arşivin önceliklerini, bir serginin öncelikleriden ayırmak gerekiyor. Konunun sanatsal olduğu kadar arşivsel bir boyutu ve başka bağlamları var burada. Fiziksel arşivi sergileme kısmı işin en sembolik yönü diyebilirim. Arşivin web üzerinden tüm dünyaya açılmasıyla, çok engin bir bilgi havuzu oluşmaya başlayacak. Mekansal kurulumlara ihtiyaç duymaksızın arşivin tüm dünyada erişilebilir olması şu an bizler için çok daha çekici bir çalışma nedeni. Sergilemek tek başına ulaşılabilirlik açısından yeterli değil. Düşünelim, bu ilk gösterim 22 Kasım – 22 Ocak arası İstanbul’da olan yada bu tarihler arasında yolu İstanbul’a düşen bir grup şanslı izleyiciye açık aslında. Halbuki günümüz teknolojisi özellikle bu tip malzemelerde bize olağanüstü fırsatlar sunuyor. Meselemiz bu arşivi gerçek anlamda kamuya açmak ve erişilebilir kılmak ise klasik sergileme tekniklerinden ötesini düşünmeliyiz. Şu sıralar daha çok işte buna kafa yoruyoruz.

Eski fotoğraflara baktığınızda duygusal olarak neler hissediyorsunuz? Orada gördüğünüz insanlar ve onarlın bilinmedik hikayeleri….

Seriler üzerinden tanıyorum ve tanımlıyorum bir süredir arşivi. Şaşıracaksın belki ama onbinlerce imaj içerisinde artık beni tek başına etkileyen özel bir kare yok. İki yıl boyunca neredeyse her gün yeni bir kareye hayran olarak yaşadım. Bir fotoğraf görüyor, “tamam işte favorim bu, buldum!” diyordum, hemen akabinde geliyordu ondan kat be kat etkileyicisi. Son radde de sanırım hepsini unuttum. O kadar büyük ki, her mizansen ailesinden binlerce birikmeye başladığında tek bir imaj üzerinden düşünemiyorsun. Gruplar üzerinden gidiyorum bazen, bazen içerikler üzerinden. Bunlar arasında bence son dönem ilginç, 1970 sonrası iç göçün stüdyoda hissedilmeye başlanması. 1980’lerle birlikte 40’ların kentli Foto Galatasaray’ı adeta bir taşra stüdyosuna dönüşüyor. Haçlı kolyelerin yerini beşi bir yerdeler, breton şapkaların yerini başörtüleri, döpiyeslerin yerini şavlarlar alıyor. Ailelerdeki çocuk sayısı bir anda katlanıyor, mizansenler dönüşüyor, kadınlar arka planda ayakta, erkekler önde otururken izliyoruz artık aileleri. Böylesi bir dönüşüme tanıklık etmek, arşiv kronolojisi içinde bunu bu kadar keskin izlemek benim için hayret vericiydi. Ne oldu(?) sorusuna buradan yanıt vermeye başlayabiliriz sanırım. Maryam Şahinyan’ın stüdyonun son 20 senesine nasıl katlandığı ise apayrı bir soru.

Biraz da kitaptan bahseder misiniz?

Basımı Aras Yayıncılık tarafından gerçekleşen “Foto Galatasaray – Studio Practice by Maryam Şahinyan” projenin bir diğer ayağı oldu. Bu çalışma aracılığıyla öncelikle benim seçkim olan 1.000’e yakın imaji ilk ve tek kez basılı olarak kullandım. Vasif Kortun ve Karin Karakaşlı’nın yazılarıyla katkı verdiği çalışma iki yazınsal, iki albüm olmak üzere toplam dört temel bölümden oluşuyor. İlk bölümde biyografik olarak Maryam Şahinyan’ı tanıyoruz ve onun yaşamından kısa kesitlerle küçük bir yakın tarih okuması yapılıyor. Bu bölümün akabinde, kadın, Ermeni ve Hıristiyan olarak Maryam Şahinyan’ın kimliğinin stüdyoya nasıl etki ettiği inceleniyor. Normatif kriterler üzerinden bir Foto Galatasaray haritası diyebiliriz bu bölüm için. Serbest Okumalar başlıklı ikinci bölümde ise bu kez kimlik, kültürel temsiliyet, toplumsal cinsiyet, moda, göç ve değişme gibi daha teorik başlıklar üzerinden Foto Galatasaray’ı mercek altına alıyorum. Aslında bu proje üzerinden daha ne gibi projeler inşaa edilebileceğine dair bir açıklıkla arşivi sosyolojik ve tarihsel boyutu üzerinden tartışıyorum. Belirli kavramlarla arşiv arasında bir iletişim kurmanın yöntemlerini deniyorum. Böylelikle arşivi günümüz tartışmalarına eklemlemeye çalışıyorum.

Kitabin son iki bölümünü meydana getiren albümler Özdeşler ve Aynadan Bakanlar başlığını taşıyor. Özdeşler, aralarında hiçbir fiziksel - genetik - aynılık olmaksızın aynı şeyleri giyip, aynı saç modellerini kestirip, aynı aksesuarları kullanarak kamera karşısında bir tür ikizlik oyunu oynayanlara dair. Tüm arşiv içerisinden yaptığım geniş bir Özdeşler koleksiyonu paylaşıyorum bu bölümde. İkinci albüm ise daha çok Maryam Şahinyan’ın estetik anlayışını gözler önüne seren çok daha özel bir koleksiyondan meydana geliyor. Maryam Şahinyan mesleki yaşamının tümü boyunca bazı müşlerilerini ayna yansımalarıyla birlikte fotoğraflıyor. Kendisini ve kamerasını 45 derecelik bir açıyla kadrajın dışarısında saklayarak ürettiği bu olağanüstü fotoğraflar hiçbir stüdyo arşivinde karşılaşamayacağımız türden. Grafik değerleri üzerinden bakıldığında aslında burada da bir ikizlik var. Bir önceki imajlarda farklı bedenler üzerinden izlediğimiz ikiliği bu kez aynı insanın aynadaki yansımasıyla birlikte çekilen fotoğrafı üzerinden izliyoruz. Foto Galatasaray kitabı, alışık olduğumuz nostaljik fotoğraf albüm kitaplarından oldukça ayrıksı, günümüz sorunsalları üzerinden bu malzemeye farklı bir içerik kazandırmak üzere hazırlandı. Bu açıdan kendi alanında - Türkçe olarak - emsalsiz diyebilirim. Fotoğrafın, arşivler üzerinden hiç tartışmadığımız bir yönünü tarışmaya açıyoruz burada.

Bu tür eski dönem fotoğrafları internette kolleksiyonerlerce alınıp satılıyor, bu piyasa hakkında bize biraz bilgi verebilir misiniz?

Açıkçası işin bu kısmı hiç dikkatimi çekmedi. Sahaftan seçip beğenerek fotoğraf almışlığım çoktur. Hatta bireysel olarak tüm bu projeler dışında küçük bir fotoğraf koleksiyonuna da sahibim. İnternet üzerinden bu satışlar nasıl gerçekleşiyor incelemedim. Bahsini ettiğin fotoğraflar sanırım daha çok antika değeri üzerinden alınıp satılıyor. Ben daha yakın dönemle, Cumhuriyet sonrası ile ilgiliyim zaten ve de şu an için antika değerinde diyebileceğimiz hiçbir fotoğrafa sahip değilim. Bilemiyorum gerçekten.

Bu tür başka araştırmalar da yapıyor musunuz?

Araştırma dediğiniz süreç içerisine girdiğiniz an bir daha çıkmanızın hayli zor olduğu bir sarmal. Yaşam formuna dönüşüyor bir süre sonra. Araştırma hep devam ediyor diyebiliriz benim için. Yeni arşivler de var, bazı görüşmeler oluyor fakat burada ayır edici olan nitelik. Ben bu işi kurumsal değil bireysel inisiyatifimle yürütüyorum. O nedenle hiçbir zaman, örneğin Arab Image Foundation gibi bir süreklilikle çalışmayacağım. Zaten öyle olmadığı için, en çokta bir “sanatçı pratiği” olarak tatmin edici geliyor bana bu iş. Bundan da şu doğuyor, gerçekte ben karşıma çıkan tüm fotoğraf stüdyolarının arşivlerini görselleştirmek gibi bir iddia içerisinde değilim. Kendi bireysel tarihimle örülü bir seçicilik içerisinden yaklaşıyorum arşivlere. İstanbul’da önüme yüz ayrı arşivi kapsayan bir liste serilseydi, inan bunlardan ilk ikisi yine Stüdyo Osep ve Foto Galatasaray olurdu. Bu bağlamda arşiv, beni heyecanladırabilmeli. Çünkü başına çok ciddi bir dert alıyorsun aslında ve yıllar boyunca sayısız farklı işe harcayabileceğin enerjini tek bir şey için harcıyorsun. Geri dönüşü çok uzun zaman istiyor ve aşırı zahmetli. Pragmatik açıdan bir karşılığı görünmediğine göre, iş yine her halükarda benim bilinçaltıma dönüyor. O arşivi arzulamalıyım, arzularsam neden olmasın. Sabrın sırrı onu gerçekten arzulamakta.

Link: http://www.fotoritim.com/yazi/tayfun-serttas-ile-roportaj--maryam-sahinyan-foto-galatasaray

Hiç yorum yok: