25 Nisan 2011 Pazartesi

Kazara 24 Nisan.


Bu 24 Nisan'ı, Beyrut'da karşılamak varmış kaderde.. Kader diyelim. 24 Nisanların, en ihtişamlı ve en geleneksel kutlandığı bu mübarek şehirde. Evimin alt sokağında, diaspora Ermenilerinin en büyük kültür kurumlarından Haigazian Üniversitesi. Onun iki sokak çaprazında, 1960'lı yıllardan itibaren Ermeni entelektüellerin en kalabalık gençlik örgütlerine ev sahipliği yapan Beyrut Amerikan Üniversitesi. Haftalar öncesinden başlayan büyük hazırlıklar. Büyük konferanslar, büyük yürüyüşler, büyük kalabalıklar... Sabah 80:30'da Antelias şehrindeki Kilikya Katolikosluğu'nun hazırladığı dini törenle başlayıp, soykırım sonrası hayatta kalan Anadolu kökenli Ermenilerin zamanında bir mülteci kampı olarak Beyrut'un eteğinde kurdukları Bourj Hammoud mahallesinde büyüyen ve oradan kentin tümüne yayılan bir hava. Köşe başlarına, penrece önlerine paket paket bırakılmış yemekler. Sokaklara mümkün olduğunca fazla yemek ve yemiş bırakılıyor bugün. Açlığın ne olduğu çok iyi hatırlandığı için, açlara ulaşsın diye, aman, kimse bugünü aç geçirmesin diye... Sokaklara bırakılan o taze yemek ve yemişlerle doyuruyorum karnımı. Ermeni tarihinde açlık ve sefalet, bugünden başlıyor. Böylesi bir karşı takdimle lanetleniyor. Bugün Beyrut'un doksan altıncı 24 Ninsan'i. Hep aklımda o soğuk yanıt, Türkiye'nin sıfırıncı.

Üzerimde tuhaf bir bitkinlik var sabahtan beri. Boşalmış gözlerle izliyorum etrafımı, sanki herşey havada asılı. Konferanslarda konuşulan herşey havada, kiliselerden yükselen ayinlerin tümü havada, özgürlük meydanına doğru atılan adımların hepsi havada, birçoklarının hakim olamadığı gözyaşları havada, yaşlıların ellerindeki Osmanlıca tapu senedleri havada... Hepsinin yanıtı bende sanki. Dile gelmiyor, getiremiyorum. Arkam boş çünkü. Başı sonu belirsiz hümanist mavralarla yalancı duruma düşmektense, konuşmamayı tercih ediyorum bu kez. Arkam, gerçekten çok boş çünkü. Kimseyi temsil edebilecek halde değilim ben bugün. Yer yer mideme saplanan psikolojik kramptan dolayı etrafımdakilere hissettirmeden kıvranıyorum. Beyrut 24 Nisan'ı anımsıyor, ben kalabalığın ortasında utancımdan küçülüyorum. Yiyecek tırnağım kalmamış. Bana 96 yıldır bu işgenceyi çektirenlerin Allah bin belasını versin. Durum bu.

Gün boyu aklım Türkiye'de. Çünkü biliyorum ki, burada havada asılı kalan şeyi ete kemiğe büründürebilmenin tek yanıtı Türkiye'de. Çünkü biliyorum ki, dışarıdan çıkabilecek hiçbir ses, 96 yıldır Türkiye'den beklenen sesten daha kayda değer değil. Çünkü biliyorum ki, bugün burada olup bitenlere Türkiye'den eşit ölçüde bir kitlesel destek gelmediği sürece, buranın tek başına hiçbir anlamı yok. Çünkü biliyorum ki, 24 Nisan 1915'in sadece Ermenilerin değil, bizzat Türkiyelilerin problematiği olduğunu ve bugün bu meseleye herkesten çok Türkiyelilerin odaklanması gerektiğini oradan haykırmanın önemi çok büyük. Nihayetinde ne olmuş ise Anadolu coğrafyasında olmuş ve çözüme ulaşabileceği yegane yer, yine orası. Beyrut, havada.

Bu sene Türkiye'nin 4 ayrı kentinde buluşma olacakmış. Facebook grubuna koca ülkeden 500 kişi attending diyebilmiş. Bir kör kuyuya taş attım, gelin bakın desem, havada karada 500 kişiyi toplardım heralde. O 500 kişinin yarısı da, grubu manipule etmek için orada. Geçen seneki yerli cinslerden farklı olarak, bu sene Azerbaycan'dan Türkçe okuyup yazmakta dahi güçlük çeken yeni "Türk Milliyetçileri" ithal edilmiş. Yarı Kril alfabesi, yarı Türkçe hakaret ediyorlar herkese. Çoğu kez "İrmeni" diyorlar. Bu zaten hakaretlerin en büyüğü olduğu için çok derinlemesine okuyup yazmalarına da gerek kalmıyor.

Tek bir cenaze merasiminde yüzbinler olabilen bizler, 1,5 milyonun anısına köpeklerle karışık topu topu 500 kişi olabilmişiz. Her konuda türlü duyarlılıklar geliştirip, türlü yürüyüşler formülize edebilen bizler, kimsenin hiçbir mazereti olmayan bir Pazar günü hem de saat 17:00'da gerçekleşecek bir anma törenine, gidemeyecekmişiz. Demokrasiyi ağzımıza ciklet ederken kitle refleksini göklere çıkartan bizler, o meydanı bir anda 50 bin kişi ile doldurmanın sürece ne yönde etki edebileceğini, umursamamışız. Evet, galiba bir soykırım olmuş fakat 24 Nisan sadece Ermenilerin kendi aralarında kutladıkları bir "bayram" imiş.. Varsın olsun. Alışığız. Plajda götünü aydınlatmak dışında hiçbir yerini aydınlatamayan Türkiyeli aydın prototipinin genel tavrıdır. Toplumsal ikiyüzlülüğün "aydınlık versiyonudur", biliriz. Durum bu.

Nihayetinde 20 milyon nüfuslu İstanbul'da sağ ve sol kesimden faşistlerin karşı eylemleri altında topu topu birkaç yüz insan evladı biraraya gelip diz çökebilmiş. 2 milyon nüfuslu Beyrut'da, adeta olağanüstü hal ilan edilip onbinler sokaklara taşmış. İşte, SOYKIRIM budur. Soykırım denilen hadisenin sonrası, tamı tamına böyle birşeydir. Yarattığı "hiçlik" buna benzer. Hiç eder, koca koca ruhları. Hiç'e çevirir, koca koca yürekleri. Bir tarafı ağlatır, öbür tarafı susturur. Bir tarafta hatırlanır, öbür tarafta unutulur. İşin özü budur.

Bir kez daha, tüm sahneleri görmüştüm. Fotoğrafları yanyana koymuştum. Kalbim çok kırılmış. Yemekten tırnağım kalmamış. Asabım bozulmuş. Çok sigara içmişim. Düşmüşüm. Biraz Arak, biraz buzum var, yanına peynir alıp geçmişim laptopumun başına. Derken..

Ve Sevag öldürülmüş. Batman'da asker Sevag. Her T.C vatandaşı gibi, vatani zorunluluğunu yerine getirmek üzere orada. Nasıl olmuşsa, bir 24 Nisan sabahı askeriyede şaka olmuş. Diğer askerler, şakalaşmışlar bu Ermeni genciyle. Tetiği çeken kişinin kimliği dahi bilinmiyor henüz, fakat nasıl oluyorsa şakalaştığı biliniyormuş. Şakalaşılmış. Herkes eminmiş. Asıl bu kez dona kaldım monitörün başında; bu neyin şakasıydı şimdi? Sevag Şahin Balıkçı, kaça göçe Türkiye topraklarında bir avuç kalan Ermeni toplumunun bu 24 Nisan sabahi katledilen son kurbanı. Sevag, soykırım(lar)ın nasıl da farklı kollarda süregiden sistemli bir devlet politikası olduğunun bizlere en büyük kanıtı. Bu kara armağan karşısında, Taksim Meydan'daki merasimi birkaç yüz kişiye mahkum eden Türkiyeli aydınlar, otursun bir daha gözden geçirsinler şimdi sahte önceliklerini.

24 Nisan 1915 temsilidir dostlar. Ermeniler, 18. yüzyıldan başlayıp bugüne uzanan bir süreç dahilinde önce Osmanlı İmparatorluğu, ardından Türkiye Cumhuriyetinin resmi devlet politikaları gereği sistemli olarak katledilmişlerdir ve katledilmektedirler. 24 Nisan temsilidir dostlar. Onu ağzına alan, hergün katledilir. 24 Nisan temsilidir dostlar. Onun arkasında duran, hayat boyu mahkum edilir. 24 Nisan temsilidir dostlar. O gün adı Sevag olan ile, şakalaşılır. 24 Nisan, kimsenin yalnız bırakılacağı gün değildir. 24 Nisan, eşi dostu itin köpeğin önüne atacak gün değildir. 24 Nisan temsilidir. Ve Onun, temsili dahi cinayet nedenidir. SOYKIRIM budur.

Hiç yorum yok: